Emekli Eğitimci-Gazeteci/Yazar Müslüm Tunaboylu, 'Yaşadıkça Yaşananlar'da yine geçmişe doğru yolculuğa çıkıyor..
YALNIZLIĞIN SAATLERİNİ 'YAŞADIKÇA YAŞANANLAR' /Müslüm TUNABOYLU Emekli eğitimci-Gazeteci ve Sitemiz Yazarı Müslüm Tunaboylu, ‘Yaşadıkça Yaşananlar’ başlığı altında yazdığı anılarında bir kez daha geçmişe bir yolculuğu kaleme aldı. 2017 yılını uğurlamaya, yeni yıla da merhaba demeye hazırlandığımız şu günlerde Emekli Eğitimci-Gazeteci Müslüm Tunaboylu, ‘Yalnızlığın saatlerini yolcu ederken’ adını verdiği ve okurlarını 1940’lı yıllara götürdüğü o yazısında anılarını şöyle tazeledi: ‘Yaşadığım sürece Ramazan ayı bazen kış bazen de yaz mevsimine denk geldi. Kışın oruç tutmak yaza göre çok kolay. Yazın gündüz saatleri bir hayli yer tutuyor. Mide talepte bulunmasa da insan sıcağın etkisi ile susuyor. Vücut zaman zaman su çıkardığı için kilo da verebiliyorsunuz. Ben Ramazan ayının faziletlerini anlatmayacağım. O nedense biraz zor oluyor. Hele yaş ilerledikçe hastalık belirtileri hemen her gün rahatsızlıkları birbirine devrediyor.
Mecitözü İlçesi’ne 20 km uzaktaki bir köyde öğretmendim. Köy muhtarı, bir ihtiyar heyeti üyesi ile tanıklık için Çorum Ağır Ceza Mahkemesi’ne gelmemiz gerekti. Bir gün öncesinden öğle ile ikindi arasındaki bir zamanda yaya olarak köyden Mecitözü İlçesi’ne hareket ettik. İlçe ile bulunduğumuz köy arasındaki uzaklığı yarısı tamamen rampa çıkışı, yarısı da iniş rampası idi. Ben gençtim ancak yanımdakiler askerliklerini yapmışlardı. Yaşları bana göre çok farklıydı. O zaman şimdi ki gibi telefon edip bir taksi çağırma olanağı yok. Yanımıza içecek ve yiyecek almamıştık. Akşam ilçeye varacağımızı hesaplamıştık sanırım. Yaklaşık 10 km’yi tırmanırken Haziran sıcağında bir hayli yorulmuş ve terlemiştik. Susuzluğumuz konusunda yapacağımız bir şey yoktu. Akşam ezanı okunacak bizde suya kavuşacaktık. İki merkezin tam ortasında zirvede bir çeşme sularını şırıl şırıl akıtıyorken çeşme başında bir uygun yere oturduk. ÇOK YORULMUŞTUK... Birkaç kez nefes alıp ciğerleri rahatlattıktan sonra sıra avucumuza aldığımız serin suları yüzümüze defalarca çarpmak oldu. Serinlemiştik, bundan sonra iniş rampası başlayacaktı. Adımlarımızı biraz uzattık sanırım. Akşam öncesi ilçede bulunan bir hana ulaştık. Açık lokanta yoktu. Fırından ekmek ve bakkaldan peynir, zeytin alarak iftarı zamanında yapabildik. Çok yorulduğumuzu söylememe gerek yok sanırım. Açıklamalarımdan durumumuzu anladınız elbet. Erkence odamızda uykuya daldık dersem yanlışlık yapmış olmam. Sabah Çorum’a gidecek ilk otobüste yer almak gerekiyordu. Tanıklık yapacağımız Adliyede erkenden bulunduk. Görevliler henüz gelmemişlerdi. Sabah güneşi altında duvarın dibine çöktük öylece duruşma saatini bir süre bekledik. Oturulacak bir yer yoktu diyebilirim. Mübaşir adımızı seslice bağırdıktan sonra duruşma salonuna girdik. Görevli kolumuzdan tutarak duracağımız yere bizi sürükledi diyebilirim. Biz bir eşya gibiydik o görevliye göre. Hâlbuki biz yaşımız icabı oturulacak ya da ayakta beklenecek yeri bilecek bilgi ve beceriye sahiptik. Görevlinin kolumdan tuttuğunu anımsadıkça bugün bile ne oluyoruz diyebiliyorum. Ben ilkokul sonrası beş yılda öğretmen olmak için okumuş bir insandım. Kısaca benim okuma-yazma öğrettiğim kişi bulunduğu yer icabı kolumdan tutup çekebiliyordu. Yaklaşık 60 ya da 70 km’lik bir yol almıştık birkaç saatte. Tanıklık için bir ücret almadık verende olmadı. Bu olayın yorumunu o dönemin ekonomisine göre bir değerlendirme yapmak gerekir kanısındayım. Tanıklık için ufak bir kâğıttan ibaret olan belgenin görevi yerine getirilecekti. Biz sade bir vatandaş olarak görevimizi yapmıştık. Verilen bu görevi severek yerine getirdikten sonra köyümüze döndük. Kısa bir tanıklık için 48 saat yuvamızdan ayrı kalmıştık. Yaşadığımız saatler için hiç mi hiç yakınmadık. İnsanoğlu yaşadığı yıllara göre biçimlenebiliyor. Ana ve babadan oluşan bir aile giderek genişliyor, daha sonra eski yıllara dönüşüm başlıyor. Yalnız kaldığın gençlik yılları gibi ihtiyarlıkta da aynı yaşam biçimi ile biçimleniyorsun.
Yurt Bilgisi kitabında insanlar yalnız yaşayamaz başlığı ile bir yazı kaleme alınmıştı. Aynı yazı uzun yıllar kendini o kitabın sayfalarında kalmayı başardı. Yerine benzeri yazılar yazıldı, ancak yenilerden ben pek değişik bir ifade bulunmadım. Ya da bana öyle geldi. Yaşadığımız saatleri yalnızca yolcu ederken cepten bir vızıltı geldi kulağıma. Öğrencim bisikleti ile bayram tatilini değerlendirmek üzere Alacahöyük ile Hatuşaş’a gitmiş ve orada bir arkadaştan sağ olduğumu öğrenerek telefon açmış. Ben beklerim derken, o bugün gelelim yarın gelebilirim dedi. Yirmi dört saat bekledim. Bisikleti ile geldi beni buldu. Yılların hasretliği vardı ikimiz dede. Ben konuları anlatırken öyle bir dinleyişi vardı ki. Bu çocuk okuyacak demiştim. Görünce ne kadar sevindim bilemezsiniz. Öğretmenliğin bu en güzel yanı böyle yaşantı anları. Öğrencim TSK’de görevli bir albay. Ona birkaç anımı anlattıktan sonra yolcu ederken aynı yıl mezun ettiğim bir arkadaşın da halen görevde bulunduğunu onunda albay rütbesinde olduğunu söyleyince inanırsanız biraz daha dinçleştim. Birkaç saat karşılıklı anlatımlarımız oldu gözlerimiz sulandı. Kalbimiz biraz hızlandı. Ama ne var ki mutluluk vardı diyebilirim. Ramazan Bayramı’nın son gününde konutuma gelen mutluluğu unutmam mümkün değil. Yıllar gelip geçiyor. Ramazan boyunca çok güzel sözler sarf edildi görevlilerce. Hemen her bayram öncesi benzer sözleri dinledik. Bir kısmını uyguladık bir kısmını hiç ama hiç dikkate almadık.
EKONOMİ BİZİ BİRBİRİMİZDEN ÖYLE GÜZEL UZAKLAŞTIRIYOR Kİ.. Kimimiz otobüsle, kimimiz özel otomuzla, kimimiz uçakla, kimimiz hızlı trenli yuvamızdan tatil yörelerine uzaklaşabiliyoruz. Benim gibi yaşlılarda evlerde eş ve dostlardan gelen telefonları yanıtlıyor. Ben bu konuda bir yorum yapmak istemem, her cepte ve her evde telefon bolluğu varken yine de eş ve dostlar nasılsın diyemiyoruz. İnanırsanız bu oluşum beni çok düşündürüyor. Gençler, yaşlılarınızı sakın ola unutmayın. |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |