Türkiye Hayvan Hakları Savunucusu, Sesoldum Kurucusu Cenk Saat, sokak hayvanları konusunda görüşlerini aktardı
Ülkede dokunduğunuz an başınıza yıkılması olası birçok husus var. Biraz işin içine girdiğinizde göreceksiniz ki, sokak hayvanları konusu da bu hususlardan bir tanesi. Öncesini sonrasını bilemeyeceğim, fakat bugünün Türkiye’sinde sokak hayvanlarının durumu görüp tahmin ettiğinizden çok daha vahim. Böylesine vahim vaziyeti anlamak için dışarıdan bakmak yeterli olmuyor. Vaziyeti netleştirmek için daha yakından bakmak, biraz deneyimlemek, yani aslında dokunmak gerekiyor. İşte dokunduğunuz andan itibaren gerçekler bir bir başınıza yıkılmaya başlıyor.
Basit bir internet taramasıyla, 7 veya 8 milyon civarlarında tahmini bir değere ulaşabilirsiniz. Ne kadarı kötü koşullarda yaşıyor dersiniz? Tamamına yakını. Nedir bu kötü koşullar, ne yaşıyor bu hayvanlar? Ne yaşıyor, nasıl ‘yaşayamıyor’ biraz irdeleyelim: Türkiye’de sokak hayvanlarına karşı yaklaşım konusunda farklı şehirler ve bölgeler arasında büyük uçurumlar olmasa da her şehri ve bölgeyi kendi içinde değerlendirmek gerek. Türkiye insanının çoğunluğu sokak hayvanları konusunda son derece ‘tahammülsüz’. Tahammülsüz kelimesini seçiyorum, siz başka kelimeler de kullanabilirsiniz. Öyle ya trafikte, birlikte yaşadığımız beton yapılarda, toplu taşıma araçlarında ve başka her yerde birbirimize tahammülümüz yok. Ağaca, kuşa, sokaklarda bağrışan çocuklara nasıl tahammülümüz olsun ki? Bırakın sokağı, size okuduğum bir haberden bahsedeyim: Bodrum’da, kendi yaşam alanında yaşamaya çalışan beyaz fok balıklarından bir tanesi iskele altına çekilerek dinleniyor. Bak şu densizi görüyor musun? İddia edilene göre iskele bir siteye ait ve hemen Doğa Koruma ve Milli Parklar Müdürlüğü ile belediyeye şikayet ediliyor, evet şikayet ediliyor gelin kaldırın şunu korkup denize giremiyoruz diye. Ne kadar garip değil mi? Sokak hayvanları her gün bu muameleyi yaşıyor işte.
Tüm sokaklar hatta tüm şu dağlar taşlar insana, bizlere aitmiş gibi istenmiyorlar. Bir metrekare alana yığılıp uyumaya razı köpeği koca bir şehre sığdıramıyorlar. O bir metrekarelik canı ya öldürüyor ya da bilinmezliğe yolluyorlar. Bunu kamu kaynaklarından faydalanarak, yasalara göre onun koruyucusu olması gereken devlet eliyle yapıyorlar; yani belediyeler ile. x siyasi partisi hayvanları çok sever, y siyasi partisi çok acımasız gibi bir şey yok. Bunun partilerle yöneticilerle hiç alakası yok. Bir belediye, şehrin insanı ondan ne bekliyorsa siyasi kaygılarla onu uygulayacaktır. Neyi yapmasını istemiyorsa onu yapmaktan da korkacaktır. Yani bir belediye sokak hayvanlarını rahatlıkla zehirleyebiliyor, toplayabiliyor ve diğer tüm kötülükleri yapabiliyor ise bu, o belediyenin seçmeninden ve tepkisinden korkmadığını gösterir ve her zaman halkın müsaade ettiği kadarını yapabilir. Bu yüzden Eskişehir ile Diyarbakır’da durum farklı oluyor. Her iki ilin toplumdan yükselecek tepkileri farklı. Dolayısıyla belediyelerinin de kaygıları buna göre şekillenecek. Şimdi diyebilirsiniz yasayı dikkate almak zorunda değiller mi, ne de olsa bir kamu kurumu. Gidin bakın hangisi yasayı biliyor, daha da önemlisi hangisi kanundan hukuktan korkuyor? Evet ülkede 2004'te yürürlüğe girmiş 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu var. Bu kanun hayvanlara olan sevdamızdan değil, Avrupa Birliği uyum çalışmaları kapsamında ortaya çıkmış bir kanun. Ve bugün uygulanmıyor. Evet, kanun bugün asla uygulanmıyor. Uygulansa dahi, yaşam hakkı ihlalleri ve kötü muameleler hususunda caydırıcı yaptırımlar bulunmuyor. Hal böyleyken hayvanlara gösterdiğimiz kötü muamelelerin bir sınırı bulunmuyor.
Dünyada, otoritelerin kaçırdığı çok önemli bir nokta var. Hayvanlarla problemi olan insanlar aslında toplumla da problemleri olan kişiler. Bir hayvana cinsel tecavüz edebilen insan imkânı olsa, kanundan korkmasa ya da gücü yetse bir çocuğa veya bir yetişkine aynı şeyi yapacak. Yapamıyor, yapmak istiyor ama korkuyor. İnsanın kanunundan, insandan, bir şeylerden korkuyor. Bu yüzden hedefi hayvan oluyor. Sıradaki hedefini ve yapmak istediklerini de böylece belli etmiş oluyor. Bir köpeğe ateş edebilen insanın veya canice duygularla işkenceler uygulayabilenlerin, her an herkese her şeyi yapabileceğine inanıyorum. Yani bu insanlar aslında toplumun potansiyel suçluları. Devletler bu noktaya odaklandığında gerçek suçluları önceden tespit edebilirler. **
Peki ne yapıyoruz? Hiçbir şey. Hatta tam aksine istedikleri her şeyi yapmış oluyoruz. Mesela kedi ve köpekleri topladığımızda ve yok ettiğimizde bir çok problemli kafayı memnun kılıyoruz. Barınaklar sınırsız kapasiteli 5 yıldızlı oteller gibi tanıtılarak duyarlı kitlelerin gözleri boyanıyor. Hayvanları buralara tıkarak ‘çözüm’ arayanlar bugün çözümün bu olmadığını fark edip daha başka yanlış ‘çözümlere’ meylediyor. Sokak hayvanlarının bugün en büyük sorunu yok edilme. Her gün on binlerce sokak hayvanı ruhumuz duymadan öldürülüyor ya da bilinmezliğe atılıyor. Yapanlar, yaparken de bu sevgisizliklerini hep aynı kılıflarla gerekçelendiriyorlar: ‘çocuklara saldırıyor’, ‘müşteriyi rahatsız ediyor’, ‘içeriye giriyor’, ‘korkuyoruz’… Yani doğayla, hayvanlarla yaşamasını bilmiyoruz. Bugün düzenli sokak hayvanlarını besleyeceğim diyerek yola çıkın. İnsanlığınızı doyurmak için giriştiğiniz bu eylem, insanlığı sorgulayacağınız ve son derece yıpranacağınız bir hale bürünecektir. Onlardaki farkındalığı, tanınmayı, bağlılığı, ilgiyi ve sevgiyi hissettiğiniz noktadan itibaren ise yok oluşlarını gördükçe ve insanlardan gelen tüm olumsuzlukları yaşadıkça ızdırap duymaya başlayacaksınız. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını anladıkça kahrolmaya devam edeceksiniz. Bugün sokak hayvanları ile ilgilenmeye ve yetişmeye çalışan insanların neredeyse tümü bunları yaşıyor, her gün sadece insanlarla mücadele etmek zorunda kalıyor. Psikolojik olarak gün geçtikçe çöküyor. Onlar çöktükçe meydan bu sevgisizlere kalıyor. Her biri her gün fırsat kolluyor. İnsan tarafından çok travma yaşamış, her türlü kötü muameleyi görmüş bir köpek bir insana zarar verdiğinde hemen avuçlar sıvazlanıyor. Soykırım başlıyor. Fakat her yıl yok edilen milyonlarca hayvana insanın yaptığını kimse görmüyor. Hayvanın yaşam hakkı kimsenin umrunda değil. Yalnızca konuşamayan bu canlıların da üşüdüğünün, acıktığının, acı hissettiğinin, bilince sahip olduğunun kimse farkında değil. **
** Hayvanları üreterek satışını yapan kişiler de, yaşamına bir can kabul edip daha sonra terk edenler de sokaklardaki bu sefaletin hiç kuşkusuz baş aktörleri. Petshoplar, üretim çiftlikleri ya da kanunsuz bir şekilde bu ‘işi’ bireysel olarak yapan insanlar sokaktaki muhtaç birçok kedi ve köpeğin sahiplenilmesine de bir şekilde engel olmuş sayılıyorlar. Satılmak için bir üretim makinesi gibi muamele görüp sürekli doğurtulan ve ‘cins’ olarak tanımlanan bu hayvanların çok büyük bir kısmı bilinçsizce, görünüşleri nedeniyle ve hevesle satın alınıp değişen hayat koşullarıyla birlikte sokaklara terk ediliyor. Bu da sokaklardaki hayvanların sayısına doğrudan korkunç boyutlarda etki ediyor. Bu hayvanlar sokaklara atıldıklarında üremeye devam ederek 1 kedi veya köpekten ortalama yılda iki kez 4 yavru dünyaya geliyor. Dünyaya gelen bu 8 yavru da erişkinlikten itibaren her yıl 8 yavru dünyaya getirmeye devam ediyor. 1 sokağa bırakılan kedi veya köpek iki yılda 64 kedi/köpek demek. Üç yılda en iyi ihtimalle 500, dört yılda ise 4000 civarına çıkar bu sayı. Yani 1 kedi veya köpeğin dahi bile isteye dünyaya getirilmesi, sonrasında dünyaya gelecek binlerce cana yapılacak kötülük demek. Ayrıca terk edilmek, ızdırap dolu bir yaşamın başlangıcı anlamına gelir. Kolay bir yaşama alışmış hayvanı, zorluklarını bilmediği hiç görüp tanımadığı bir hayata atarak aslında acı dolu geçen kısacık ömrün ardından trajik bir ölüme mahkum etmiş olursunuz. Bu yüzden, bu konuda bilinçli hareket edilmeli ve vicdani sorumluluğa alınan o canı aileden biri gibi kabul edip her kötü koşulda birlikteliği göze alarak sahiplenilmeli. Sadece sahipli hayvanlar hiç bilmediği bir hayata mahkum edilmiyor. Önce de bahsi geçtiği üzere her gün bu canlar suyun, yemeğin, uyuyacağı minik sığınağının ve sevginin nerede olduğunu bildiği yaşamlarından; hiç bilmedikleri yerlere, dağlara ve daha başka bilinmezliklere atılıp terk edilen hayvanlar ile aynı kötü kaderi yaşıyorlar.
**
İnsan olamamaktan, farkında olamamaktan, kendini eğitememekten, bencillikten, cehaletten, nefretten. Tüm bunlardan arınarak bir an önce doğayla mücadele edilemeyeceğini kabul edip, kendimizi üstün görmeyi bırakıp yaşadığımız gezegenin hepimize ait olduğunu anlayarak hayvanlarla yaşamayı öğrenmeli ve gelecek nesillere öğretebilmeliyiz. ‘Yüksek zekâya’ sahip canlılar olarak yıkıcı tüm düşüncelerden, talan kültüründen vazgeçmeliyiz. Bir arada yaşayabilme kültürünü topluma kazandırmalıyız. Okullarımızda, ibadethanelerimizde, televizyonlarımızda anlatmalıyız. Kısacası derhal sevgisizliği ve tahammülsüzlüğü evlerimizden, iş yerlerimizden, okullarımızdan, sokaklarımızdan savmalıyız. Yarının Türkiye’sinin ve yarının Dünya’sının tüm canlılar için yaşanabilir olması için hemen harekete geçmeliyiz. Sevgisizlik tüm yaşamımıza işlemeden. Daha geç olmadan!
|
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |