ADD Şube Başkanı Uğur Demirer, 26 Ağustos 1922’nin Anadolu Türk’ünün bin yıl geri sürülmeye başkaldırısının olduğu kadar, bin yıl ileri gitme azminin de vücut bulmuş hali olduğunu vurguladı.
26 Ağustos 2022 Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Çorum Şube Başkanı Uğur Demirer, 26 Ağustos 1922’nin Anadolu Türk’ünün bin yıl geri sürülmeye başkaldırısının olduğu kadar, bin yıl ileri gitme azminin de vücut bulmuş hali olduğunu vurguladı. Demirer, “Türk Ulusu, Kocatepe’de neyi başardığını hiç unutmayacak, boyutu ne olursa olsun bütün saldırıları defedecek, bütün tuzakları bozacak, bütün ihanetleri aşacak, tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye hedefinden asla kopmayacak, bu hedefe behemehal ulaşacaktır” dedi. Büyük Taarruzun 100. Yılı nedeniyle bir açıklama yapan Demirer, şu ifadelere yer verdi: “Emperyalizmi ilk olarak Çanakkale’de durduran Mustafa Kemal Paşa, İzmir’den başlatılan büyük saldırıyı da Sakarya’da püskürtmüş, şimdi “Düşmanı vatanın harim-i ismetinde boğmak” için günün ilk ışıklarını bekliyordu. Azim ve kararını harekete geçirerek ayağa kaldırdığı Ulusunun bütün varını, olanca gücünü cepheye sürmüş, kahredici son darbesini 26 Ağustos 1922 sabahı indirmeye hazırdı. O’nu maceracı bulanlar da vardı, asırlardır taarruz savaşı yapmamış ordumuzun kazanmasının olanaksız olduğunu söyleyenler de, yaptığı planı çok riskli bulanlar da, İstanbul’da, Ankara’da, hatta kurduğu mecliste yenilgi haberini sinsice ya da açıkça bekleyen, “Keşke Yunan kazansa” diye duaya çökmüş alçaklar da… Oysa Mustafa Kemal’in, 16 Mayıs 1919’da Bandırma Vapuru’na adımını attığından beri zerre kuşkusu yoktu. ULUSUNA GÜVENİ TAMDI. Komutanlarla yaptığı son toplantıda “Bütün sorumluluk benim” diyor ve ekliyordu “Hiç endişe etmeyin. ‘Hücum’ emrini verip kamçımı indirdiğimden 15 gün sonra İzmir’deyiz.” 14 gün sonra 8 Eylül akşamı, Belkahve’den dumanlar içindeki İzmir’e bakarken İsmet Paşa’ya “Bir rüya görmüş gibiyim İsmet” diyordu. 3 yıl 3 ay 22 gün boyunca yaşadıkları bir rüya gibiydi sahiden. Ancak vatandan başka aşk, milletten başka sevgili tanımayan, namusla, bilgiyle, cesaretle yürüyen ve “Ya İstiklâl Ya Ölüm” diyebilen yurtseverlerin görmeyi hak ettikleri bir rüya… 1683 2. Viyana bozgunundan 239 yıl sonra kazandığı ilk taarruz savaşı zaferiyle bir vatan kurtarmış olmanın mutlu yorgunluğu içinde belli belirsiz gülümseyerek devam etti sonra; “Ama bir gün yanıldım, bu kadar hızlı kaçacaklarını tahmin etmemiştim.” İngiliz Genel Kurmayı’nın “Türkler bu tahkimatı 6 ayda aşabilirlerse 6 günde aşmış gibi sevinebilirler” dediği güçlendirilmiş mevzileri 6 saatte darmadağın eden Türk Ordusu, Büyük Taarruz’un ertesi günü Afyonkarahisar’ı Türk Bayrağı ile kucaklaştırıyordu. İnebolu’dan yükledikleri kutsal emanetleriyle “Ayın altında Akşehir üstünden Afyon’a doğru” giden dünyanın ilk ve tek kağnı taburlarını yöneten yiğit Anadolu kadınlarının, Çiğiltepe’yi söz verdiği saatte ele geçirememeyi gururuna yediremediği için yaşamına son verecek kadar adanmış Albay Reşat Çiğiltepe gibi komutanların, sıtma krizi geçirirken Kocatepe’nin sarp yamaçlarından sessizce Sincanlı Ovası’na, Yunan hatlarının gerisine süzülen Süvari Kolordusu Komutanı Fahrettin Altay gibi kahramanların, Yüzbaşı Agah Efendi, Mülazım Yıldırım Kemal gibi ölüme gülerek giden vatanseverlerin, binlerce neferin ve kadını, erkeği, çocuğuyla topyekûn bir ulusun Başkomutanlarına güvenlerinin ve Ulusal Bağımsızlığı kazanma kararlılıklarının TEK BİR ANA YOĞUNLAŞMIŞ halidir 26 Ağustos 1922! Büyük Taarruz’un büyüklüğünün ve anlamının bilincine varabilmek için her yurttaşın mutlaka, ama mutlaka Kocatepe’yi, Sincanlı Ovasını, Dumlupınar’ı görmesi, tanıması gerekir. YETER Mİ? YETMEZ ELBET! Düzenli Ordunun hangi güçlükler nasıl aşılarak oluşturulabildiğini, 1. ve 2. İnönü Zaferlerinin değerini, Bursa’nın işgali üzerine Meclis kürsüsüne örtülen Puşide-i Siyah’ı, Kütahya, Eskişehir muharebelerinde 100 kilometre geri çekilmenin nedenini, vatanın dört yanında işgal güçleriyle boğuşurken İngiliz altınları ve işbirlikçi Saray ve hükümetinin talimatlarıyla çıkarılan onlarca isyanı bastırmak için cephelerden birlik çekmek zorunda kalmanın yarattığı zafiyeti, Kuvayı İnzibatiye alçaklığını, milletin tepesine İngiliz uçaklarından yağdırılan ve “Yunan Ordusu Halife Ordusudur…” diyen Padişah tuğralı zillet mektuplarını, İngilizlerin kurdurduğu Teali-i İslâm adlı işbirlikçi cemiyetin İskilipli Atıf imzalı Milli Mücadele karşıtı bildirilerini, Halife-i Rûy-i Zemin unvanlı Sultan Vahdettin’in, Sadrazam Damat Ferit’in ve Dahiliye Nazırı Ali Kemal’in hiç utanmadan Rahip Frew kuyruğunda üye oldukları İngiliz Muhipleri Cemiyeti onursuzluğunu, Kuvayı Milliye kahramanlarının boyunlarına geçirilen idam fermanlarını bilmeyen, Polatlı’dan, İnler Köyü’nden, Gazi Tepe’den başlayarak Sakarya Meydan Muharebesi coğrafyasını adım adım dolaşırken “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk edilemez!” emri kulaklarında çınlamayan, 22 gün 22 gece kan kırmızı akan Sakarya’yı yüreği titreyerek hayalinde canlandırmayan ve Kocatepe’nin sarp ve vahşi arazisini ziyaret edip şehitliklerde boğazına tıkanan yumruğu hissetmeyenlerin o şehit ve gazilerin canları ve kanlarıyla VATAN ettikleri bu toprağın ekmeğinde, suyunda hakları olabilir mi? “Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Türkiye halkının oluşturduğu Türk Milleti” nin istisnasız her ferdinin; Kocatepe yamacında Büyük Kalecik kasabasındaki Yüzbaşı Agah Efendi Şehitliği’nde ya da Dumlupınar Şehitliği’nde yatan 11 yaşındaki, 8 yaşındaki ÇOCUK şehitlerin, Gördesli Makbule, Tayyar Rahmiye gibi KADIN şehitlerin, askere giderken köyünde bıraktığı oğlunu cepheden cepheye koşarak savaştığı 11 yılın ardından 19 yaşında Alay Sancaktarı olarak ilk kez gördükten bir kaç gün sonra 31 Ağustos 1922 günü toprağa düşen Çetmili Kara Ali Çavuş ile 9 Eylül’de İzmir’e giren birliğinin önünde şehadet şerbetini içen oğlu Mehmet Onbaşı’nın, bu belki de aynı savaşta can vermiş dünyanın tek BABA OĞUL şehitlerinin aziz hatıralarına binlerce yıl sonra bile ödemekle bitiremeyeceği minnet borcu vardır. Tarihin ilginç rastlantısıdır; Kocatepe’de 26 Ağustos 1922 sabahı başlayan kutsal savaştan tam 851 yıl önce, 26 Ağustos 1071’de Malazgirt Ovası’nda da bir başka büyük savaş yaşanmıştı. Bazı kendini bilmezler, bu iki savaşı vuruşturup Kocatepe’yi unutturmaya çabalıyorlar. “Keşke Yunan kazansaydı” diyen vatansızların takipçileri olan, Kocatepe olmasaydı kutlayacak Malazgirt’lerinin kalmayacağını anlamaktan aciz bu zavallılar; 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ile girişilen emperyalist işgalin ve 15 Mayıs 1919 günü İzmir’den başlatılan saldırının Türk Ulusu’ nu Malazgirt öncesine atma ya da Anadolu’da yok etme amaçlı olduğunun ayırdında olmadıklarından Milletimizin bilincini zehirleme gayretindeler. Ne utanç verici cehalet, ne büyük gaflet, ne tarifsiz dalâlet! 26 Ağustos 1922; Anadolu Türk’ünün bin yıl geri sürülmeye başkaldırısının olduğu kadar, bin yıl ileri gitme azminin de vücut bulmuş halidir. Mustafa Kemal Atatürk asla zafer sarhoşu olmadı. Devrimciydi çünkü, akılcı ve gerçekçiydi… Yaşadıklarından hareketle, karşımıza çıkabilecek saldırıları, tuzakları, ihanetleri Gençliğe Hitabe ’sinde altını çize çize vurguladı, bitirirken de “Ey Türk istikbalinin evladı…” hitabıyla sonsuza dek değişmeyecek görevimizi bildirdi. Türk Ulusu, Kocatepe’de neyi başardığını hiç unutmayacak, boyutu ne olursa olsun bütün saldırıları defedecek, bütün tuzakları bozacak, bütün ihanetleri aşacak, tam bağımsız ve gerçekten demokratik Türkiye hedefinden asla kopmayacak, bu hedefe behemehal ulaşacaktır. Atatürkçü Düşünce Derneği olarak Büyük Taarruz’ un 100. yılında Kocatepe’de, Mustafa Kemal Atatürk ve kahraman silah arkadaşları Kemalist Devrimcileri minnetle, şükranla yad ediyor, kadın, erkek ve çocuk bütün şehit ve gazilerimizin aziz hatıraları önünde tazimle eğiliyoruz.”/BSGMEDYA |
Yorumlar |
Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yapmak için tıklayın |