Geçtiğimiz hafta sonunda sabahın erken saatlerinde telefonum çaldı. Hayır mı yoksa bize acı bir haber mi ulaştırılmak isteniyor diye bir ikileme içinde telefonu kaldırdığımda bir ses merhaba hocam dedi. Sesini ilk saniyeler içinde çıkaramadım. Ancak yanıt vermem gerekiyordu. Sesinizi aldım ancak kim olduğunuzu çıkaramadım bağışlayın dedim. Sabahın erken saatlerinde hocasını durup dururken neden aradığını sıralamaya başlayınca yıllardır görüşmediğim bir öğrencimdi arayan. 17 Nisan geliyor hocam. Geç kalmadan size bu mutlu günü anımsatmak istedim. Beni bağışlayın. Siz 17 Nisan’ı hiç unutmayacak insanlardan birisiniz. Bize nisan ayının bugününde bazı anılarınızı anlatırdınız. İşte o anılardan birisi bugün sabah birden sıraya girerek, hocana telefon et 17 Nisan’ı ona hatırlat demez mi? İşte sizi sabahın bu saatinde onun için aradım dedi. Sevindirdin beni dedim. Genç kuşağın 17 Nisan’ı hatırlamaları beni çok sevindirir. Bir devlet kurumundan hizmet sonu emekli olan öğrencimin beni Nisan ayının ilk haftasında araması benim için ayrı bir anlam taşımaktadır. Bu satırların yazarı 1938 yılında Avrupa’dan Anadolu’ya göç etmiş olan bir ailenin en küçüğü idi. Avrupa’da bir yıl ilkokula devam etti. Mecitözü’nün Çıkrık Köyü’ndeki Yatılı Bölge İlkokulu’na kaydını yaptırdı. Avrupa’daki bir yıllık öğrenim dikkate alınmadı, okula birinci sınıftan başladı. Bir yılın kendisine verdiği güç ile sınıfın en önde giden öğrencilerinden idi. Okuma-yazmayı herkesten önce öğrendi. Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ü babasının okumak için Anadolu’dan abone olarak edindiği dergideki yazılardan tanımaya başladı. 1938 yılının 10 Kasım’ında öğle yemeği için verilen tatilden okula döndüğünde okulun büyük salonunda toplanmış öğrencilere Büyük Atatürk’ün ölüm haberini veriyordu. Başta okul müdürü ve öğretmenler ile tüm öğrencilerin gözleri yaşlanmıştı. Okul Müdürü Atatürk’ün hayatını özetle dilinin döndüğü kadar anlattı. Cumhuriyetin Kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’ün sabah saat dokuzu beş gece hayatını kaybetmesini tüm Anadolu’ daki okullar, birkaç saat içersinde duymuşlardı.
Paralel olarak bağlanmasına karşın Ankara’nın sesi kısa sürede Anadolu’ya ulaşabiliyordu. Bu haberleşme süreci 1950 yılı sonrasında bilinmeyen nedenlerle kapandı. Mektupla haberleşme kırsal alanın önde gelen olgularıydı.. Okuma-yazma bilenlerin parmakla gösterildiği, asker mektuplarının köy katiplerinin köye gelmesi ile okutulabildiği, genç cumhuriyetin en önde gelen görevlerinden birisinin Anadolu insanına okuma-yazma öğrenmesini sağlamaktı. Kırsal alanda bulunan birkaç okul ile sorunun çözümü olanaksızdı. Kısa sürede okuma-yazma oranının yükseltilmesi gerekiyordu. O dönemler askere gidenler kışlada okuma-yazmayı öğreniyorlardı. Genç Cumhuriyetin yöneticileri 1928’de kabul edilen harf devrimi ile ilgili yasa kısa sürede insanların okuryazar hale gelmeleri için yeni yöntemleri birlikte getirmişti. Askerde çavuş ve onbaşı rütbesi ile kutsal görevini tamamlayanlarla okuma-yazma seferberliğine başlamak için önce altı aylık bir süre sonrasında köylere eğitmen olarak gönderilmeye başlandı. Eğitmenler bakanlıkça hazırlanan el kitaplarını uygulayarak kırsal alanda okuryazarların sayılarını yükseltmişlerdir. Uygulamanın olumlu sonuçlarının alınması ile birlikte yurdun bazı yerlerinde Köy Enstitüleri adı altında eğitim ve öğretim kurumları açılmıştır. Buralara ilkokulu bitiren köy çocukları alınıyor, beş yıllık bir eğitim ve öğretimden sonra köylere öğretmen olarak gönderiliyordu. Ülkede okullaşma oranı çok düşüktü. Devlet bütçesi ile okullaşmayı hızlandırmanın olanak dışı olduğunu gören genç yönetim, halkın okullaşmaya katkısını öne çıkarmış, Anadolu’da bir eğitim seferberliği başlatılmıştı. Yatılı Bölge okullarını tamamlayan köy çocuklarının Köy Enstitülerine gönderilmesi işlemini üstlenen Maarif yöneticilerinin çalışmalarını unutmak haksızlık olur diye düşünüyorum. Onların ülkenin okullaşmasında ve öğretmen sayısının yükseltilmesinde gösterdikleri çabaları hafızalardan silmek mümkün değildir. Köylerde okullar yapıldıkça ayyıldızlı bayrağımız serenlerde gözükmeye başladı. Haftanın ilk ve son günlerinde yapılan bayrak törenlerini halk ilgi ile izliyordu. Bayrağın İstiklal Marşı ile birlikte göndere çekilmesi halkı oldukça etkiliyordu. Köy Enstitüleri Kuruluş Yasası ile birlikte geniş bir alanda kurulmaya başlanmış, okula alınan öğrenciler kültür dersleri dışında birer inşaat elemanı olarak görev almışlardır. Köy Enstitülerinde yeni binalar yükselmeye başlamıştır. Öğrenciler bina yapımında kullanılacak olan kireci ve tuğlayı kendileri üretiyorlardı. Okulun yakınındaki tuğla ocaklarında üretim sabahın erken saatlerinde başlıyor akşamın geç saatlerine dek çalışma sürüyordu. Tuğlayı oluşturan çamurun hazırlanmasında ki safhalar unutulacak türden değildi. Tuğla üretimini şöyle bir açılıma tabi tutarsak toprağın hazırlanışı, çamur haline getirilişi, tuğlaların açık sahada kurutulması işlemleri, kuruyan çamurların tuğla fırınlarına taşınması, fırınların yakılması, olgunlaşan tuğlaların fırınlardan boşaltılması, tuğla silolarının yükseltilmesi, tuğlaların inşaat sahalarına taşınması, harç yapımı, harcın örgü yapılan yerlere ya da katlara taşınması hep öğrenciler tarafından gerçekleşmiştir. Öğrenciler fiziki yapılarına göre, inşaat bölümlerine ayrılıyordu. Bir yandan kültür alınırken öbür yandan yapıcılıkta deneyim sahibi oluyorlardı. Öğrenciler yaptıkları iş dalından hiç mi hiç yakınmıyorlardı. Okulların tarlalarında yapılan ekim öğrencilerce gerçekleştiriliyor, hasatta öğrencilerce yapılıyordu. Arpa ya da buğday hasadının sabah ki bölümü kahvaltı öncesinde topluca söylenen yöre türküleri ile çınlıyordu. Okul mutfağında hazırlanan yemeklerin ham maddeleri okul bahçelerinde üretiliyordu. Köylerdeki okullara sıra ve masalar okulda üretilerek köylere ulaştırılıyordu. Okul sonrasında köyüne öğretmen olarak gönderilen gençler görev alanlarında öğrendiklerini uyguluyorlardı. Köyler bu köy çocukları sayesinde aydınlanmaya başlıyor, ülkede okur-yazar sayısı günden güne artıyordu. Bazı öğretmenler köylerde yetişkinlerinde okur-yazar hale gelmeleri için gece kursları düzenliyorlardı. Tüm bu işler için bu köy çocukları maaşları dışında herhangi bir ücret almıyorlardı. O dönemde Köy Enstitülerinden mezun olan öğretmenlerin maaşları İl Özel İdareleri tarafından karşılanıyordu. Köyde çalışan Köy Enstitüsü mezunu öğretmen ayda yirmi lira alırken öğretmen okulundan mezun olan öğretmen yüz liranın üzerinde maaş alıyordu. Bu ayrım yıllar sonra bir bütün haline getirildi. Köy Enstitüsünden mezun olan öğretmenlerin diplomalarında 20 yıl mecburi hizmet koşulu getirilirken öğretmen okulu mezunlarının mecburi hizmet süresi yedi buçuk yıl idi. Köy Enstitülerinin köylere öğretmen olarak gönderilen gençlerin sorunlarını çözümlemedeki çabalarını unutmak biraz haksızlık olur diye düşünüyorum. Öğretmenlerin okuldan talepleri çoğunlukla yerine getirilebiliyordu. Okul, mezun ettiği genci kırsal alanda yalnız bırakmıyor desteğini sürdürüyordu. Enstitü öğretmen olarak mezun ettiği gençlere gerekli olan kitapları ve dünya klasiklerini bir paket olarak sağlıyordu. Kısaca her öğretmenin ilk başvuracağı eserler kitaplığında bulunduruluyordu. Öğretmenler köy odalarında yetişkinlere bu kitapları okuyarak dünyayı tanımada yardımcı oluyorlardı. Kırsal alandaki halkın sağlık sorunlarını da öne çıkaran Köy Enstitüleri, köylere çok sayıda sağlık memuru yetiştirerek göndermiştir. Sıtma ve trahomun kökünün kazınmasında sağlık memurlarının hizmetleri unutulmamalı. Köy Enstitüsü’nde kültür dersleri yanında tarım, hayvancılık bilgileri verilirken okulda uygulamalarında yapıldığı görüyoruz. Köy Enstitülerinde hayvancılık konusunda uygulamalı olarak verilmekte, hayvanların üretime katkıları da sağlanıyordu. Bahçelerin bir bölümünde modern arı kovanlarını görmek mümkündü. Çoğu kez olmasa da yılın belli zamanlarında öğrenciler bal ile tanışıyorlardı. Okul mutfak masraflarını çok az bir ekonomi tüketimi ile karşılayabiliyordu. İkinci Dünya Savaşı son hızı ile sürerken, Türkiye gelişmeleri ve doğabilecek tehlikeler için gerekli önlemleri alırken bir yandan da Köy Enstitülerinin sayılarını giderek artırıyordu. 1944 depremi ile çoğu yerleşim biriminde meydana gelen hasarların temizlenmesinde yeni yapılar yapılmasında Köy Enstitülerinde kurulan ekiplerle yardımcı olunuyordu. Öğrenciler yapıcılıkta yeni kazanımları böylece uygulama olanağı buluyorlardı. Enstitüler kırsal alanda yurttaşlarla el ele olmayı öğrenciler sayesinde sağlıyorlardı. Yörelere göre tarım arazisinde yetiştirilen sebze ve meyve çeşitlerini de görmek mümkündü. Son sınıf öğrencileri, Köy Enstitüsü’nde oluşturulan ikinci devre sınıflarında uzman öğretim üyeleri gözetiminde kültür derslerini uygulamalı olarak veriyorlar, öğretmenliğe ilk adım böylece atılmış oluyordu. Dersi izleyen öğrenci grubu ders sırasında görülen aksaklıkları yada olumsuzlukları dile getiriyor, gelecek için sorun olmaktan uzaklaştırılıyordu. Köye gitmeden öğrenciler bu uygulama okulunda öğretmenliğe ilk adımı atmış oluyorlardı. Köy çocukları, Köy Enstitülerinde çeşitli meslek dallarını usta öğreticiler ve uzman öğretim üyeleri eşliğinde beceriler kazanıyorlardı.
Örneğin sanat dalı demirci olan öğretmen köyünde kırılan saban demirini okulda kurulan ufacık bir demirhanede onarabiliyordu. Çiftçi kilometrelerce uzakta bulunan demirciye gitmekten kurtarılmış oluyordu. Kısaca okulda kazanılan modern tarım becerileri köylerde uygulama bahçeleri ve atölyelerde uygulama olanağı buluyorlardı. Köy Enstitülerinde oluşturulan meyve bahçeleri yöre insanı için bir örnek teşkil ediyor, köylüler gruplar halinde bu meyve bahçelerinde gördüklerini kendi topraklarında uygulamaya koyuyorlardı. Konuyu kısaca bağlamak gerekirse Köy Enstitüleri yörelerde örnek birer eğitim ve öğretim yuvalarıydı. Ülkenin çeşitli yörelerinde kurulan 21 Köy Enstitüsü’nde 20 bin dolayında köy çocuğu eğitim ve öğretim görerek, kendi köylerine birer rehber insan olarak dönmüştü. Köy çocuklarının böyle bir eğitim yuvasında yetiştirilerek köylere gönderilmesi olayı bazı toprak ağalarının tepkisine neden oldu. Her köy okulunun bitişiğindeki uygulama bahçesi bu ağaları rahatsız etmeye başlamış, bazı yayın organları gözlerini bu yuvalara çevirerek Köy Enstitülerini yeren yazılar yazmaya başlamışlardı.
Köy Enstitülerini savunan birkaç yayın organı dışında köy çocukları savunmasız bırakılmışlardı. Kentlerde ki ilkokullardan mezun olan çocuklarında Köy Enstitülerine alınmaları yolunda yapılan öneriler kısa zamanda uygulamaya konularak, köy çocuklarının kontenjanları azaltılmış oluyordu. Köy okulundan mezun olan çocukların alındığı Köy Enstitülerine kent okullarında dört yıl öğrenim gören çocuklar köyden ilkokul diploması alabilmek için bir yıl köy okulunda okuyorlar, kentle köy işbirliği böylece sağlanıyordu. Bu uygulama bir bakıma köy çocuklarının enstitülerde öğrenim görmelerini engelliyordu. Tartışmaların büyük bir bölümü bu yüzden çıkmış, sorunun çözümünü öneren gruplar galip gelmişlerdi. Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel ile İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç, Köy Enstitülerinin unutulmaz mimarları yazılı basın yolu ile yıpratılmaya başlandı. Bir yazarımızın dediği gibi, ”Köy Enstitülerini aydınlar kurdu, halk adına yine aydınlar yıktı”. Günümüzde de bazı atılımlar halk adına aydınlar tarafından yapılıp, yine aydınlar tarafından yıkılmıyor mu? Değişik yorumları siz okuyucularıma bırakıyorum. 17 Nisan 1940’ da kabul edilen bir yasa ile ülkede faaliyet gösteren 21 köy enstitüsü döneminde 17 bin 431 erkek,1.398 kız, toplam 18 bin 839 öğretmen, 8 bin 675 eğitmen 1.599 sağlık memuru yetişmişti.
Şiddetin yer alamadığı bu okullarda, özgür okuma saatleri, eleştiri, rehberlik ve kendi içinde denetim sistemi oluşturulmuştu. Dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel, İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı Tonguç’un yanında her kademede çok sayıda İLKELİ, İDEALİST, İNANMIŞ YÖNETİCİ VE ÖĞREMENLERİN GÖREV ALDIĞI KURUMLARDI Köy Enstitüleri. Eğitimin her aşamasını kapsayan, ilk, orta ve yüksek bölümleri olan çok amaçlı okullardı Köy Enstitüleri. 1940 ‘dan 2009 ‘a doğru birkaç dakikalık bir gezintiyi birlikte tamamlarken, Köy Enstitülerinde çeşitli kademelerde görev alan usta öğretici, uzman, öğretim görevlisi, yöneticileri saygı ve şükranla anıyor, ebediyete intikal edenlere Allahtan Rahmet diliyor saygı değer okurlarımı selamlıyorum.
|